kuzum peki bu adamlar,dünya da ki doların atağına rağmen,bankalardan sonna şimdi de holdinglere neden geldiler dolar bazında hala kaybedio olmalarına rağmen?
bu sadece IMF beklentisi diil bence...Ben çıkamadım işin içinden..başka bişiiler var .
kuzum peki bu adamlar,dünya da ki doların atağına rağmen,bankalardan sonna şimdi de holdinglere neden geldiler dolar bazında hala kaybedio olmalarına rağmen?
bu sadece IMF beklentisi diil bence...Ben çıkamadım işin içinden..başka bişiiler var .
--Eksiklik Kendi Özümde--
Kerim Ağam, gördünnü, Kuzu yazdıklarıma cevap vermeyor...
Abd büyüme verisi 5,7 nedir? O rakam doğruysa kriz bitmiştir...
Bu aşağıdakiler de senden alıntı, çok yanılıyorsun...
Aşağıdaki yazıda Kuzu'nun son yazdığı yazı ve bir çok sorunun cevabı var...Herşeyin başı siyaset... Şuanda TSK tarihinde olmadığı kadar güçlüdür. Çünkü içerisindeki Küreselciler tasfiye edildi.Siyasete de gerek yok...
Öyle işlemiyor zaten dünya...
Biz işlediği şekle bakalım...
ERGENEKONCULAR VE ERGENEKONCU AVCILARI
Bir iki yıldır kamuoyunu meşgul eden ve en son kozmik oda aramalarıyla sonuna geldiği anlaşılan ‘’Ergenekoncular ve Ergenekoncu Avcıları’’ konusunu kendime göre analiz etmek istiyorum. Maden bu topikte her şey tartışılabiliyor, güncel olan bu konuyu da tartışalım, katılım sağlansın, forum büyüsün, topik canlansın…
Kamuoyuna gösterilen şudur: Hükümetin desteklediği, polisin ve yargının içine sızmış bir Cemaat (ben bunlara Ergenekoncu Avcıları diyorum) var. Bu Ergenekoncu Avcıları, hükümetin de desteğiyle, emekli de olsa Orgeneral rütbesinde askerleri gözaltına alıyorlar, sorguluyorlar ve tutuklayıp hapse tıkıyorlar. Bununla kalmıyor ulusalcılıkları ile bilinen rektörler, gazeteciler, öğretim görevlileri ve sendika liderleri de aynı süreçlerden geçtikten sonra hapsediliyorlar.
Kuzu Hocamın da her zaman yazdığı gibi ‘’hiçbir şey göründüğü gibi değildir’’ ve yine her zaman yazdığı gibi ‘’bu dünyada her şey planlıdır.’’ Bu olay, TSK içinde çok uzun süredir devam eden bir iç çatışmadır. Görüldüğü kadarıyla TSK içindeki Global Sermaye (PALA) destekçisi grup tasfiye edilmiş ya da edilmek üzeredir. Bu durum bundan sonraki süreçte TSK’nin aktif görevler alacağının da bir göstergesidir.
Emekli Orgeneraller Şener Eruygur ve Hurşit Tolon, ulusalcılığı savunuyorlardı. Fakat diğer taraftan Çin ve Hindistan ile sıkı ilişkiler kurulmasında da yanaydılar. Ulusalcılığı savunanların, Global Sermayeye(PALA) karşı, hatta düşman olmaları beklenir. Çin ve Hindistan, Global Sermayenin üretim üsleridir. Buradaki çelişki son derece açık görülmektedir.
Darbe günlüklerinin yazarı Özden Örnek ve eski Hava Kuvvetleri Komutanı Kemal Fırtına gibi isimler de ulusalcılıkları ile biliniyorlar fakat Çin ve Hindistan ile sıkı ilişki (askeri bir ittifak gibi) kurulmasına ise şiddetle karşı çıktıkları bilinmektedir.
Eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’un, aktif görevdeyken yani Hilmi Özkök’ün Genelkurmay Başkanı olduğu dönemde darbe girişiminde bulunduğu basına yansımıştı. Emekli olduktan sonra da Yaşar Büyükanıt döneminde Hurşit Tolon ile birlikte girişimlerini sürdürdü. PALA’nın yoğun desteğiyle Cumhuriyet Mitingleri düzenlendi, Tuncay Özkan gibi gazeteciler vasıtasıyla medya desteği, bazı öğretim görevlileri ve sendika liderleri vasıtasıyla kamuoyu desteği alınarak ‘’laiklik elden gidiyor’’ sloganıyla bir darbe planlandı.
Bu plan, TSK içindeki bir Oramiral Özden Örnek’in ‘’darbe günlükleri’’ ile basına ve medyaya servis edilerek ortaya çıkarıldı. Yukarıda adı geçenler ‘’darbe günlüklerine’’ dayanarak sorgulanıp tutuklandılar. Fakat ‘’darbe günlüklerinin’’ yazarı Özden Örnek, o dönemde bırakın gözaltına alınmayı, sorgulanmadı bile. Yakın zamanda, basında çok tartışıldığından herhalde, göstermelik olarak ifadesi alındı. Bu durum bu olayın önceden planlandığının en önemli göstergesidir.
Yukarıda yapılanlar, devlet mutabakatı olmadan yapılamaz. Yine basına yansıyan haberlerden Tayyip Erdoğan’ın Deniz Baykal ve eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ile Dolmabahçe toplantıları yaptığını öğreniyoruz. Bu toplantıların basından gizli yapıldığı da ortaya çıktı. Bu toplantılar sonucunda bazı mutabakatların sağlandığı da basına yansıdı. Mesela Tayyip Erdoğan-Deniz Baykal mutabakatının, Cumhurbaşkanlığı seçimi sebebiyle çöktüğü hatta düşmanlığa dönüştüğünü gözlemledik. Diğer taraftan Tayyip Erdoğan-Yaşar Büyükanıt mutabakatının, daha sonraki dönemde Tayyip Erdoğan-İlker Başbuğ ittifakına dönüştüğünü görüyoruz.
Tayyip Erdoğan-İlker Başbuğ ittifakı, TSK içindeki Global Sermaye(PALA) destekçisi unsuru(ERGENEKON) yok etmiş ya da yok etmek üzeredir. Kozmik Oda, PALA’nın son kalesidir. Bu ittifak, bunları yaparken TSK içindeki hassasiyetleri gözetmek amacıyla taşeron kullanmıştır. Kullanılan taşeron, kamuoyunda Cemaat olarak bilinmektedir. Ben bunlara Ergenekoncu Avcıları diyorum.
Yukarıda yazdığım operasyon bittikten sonra, ittifak, Ergenekoncu Avcılarına saldıracak, Ergenekoncuların başına ne geldiyse, Ergenekoncu Avcılarının başına da aynı şeyler gelecek, bu sayede TSK içindeki gençlerin sakinleşmesi sağlanacaktır.
Bugün haftasonu olması sebebiyle aşağıdaki yazıyı eklemek istiyorum...
Okunması gereken önemli bir yazıdır...
Kapitalizm Düşmanlığına Misesyen Bakış
Ahmet İhsan Kaya tarafından yazıldı
İnsanoğlu dünyaya geldiğinden beri iktisadi ilişkiler, gerek bireyler gerekse bireylerden müteşekkil topluluklar arasında belirleyici rol oynamış; bu nedenle de sosyal bilimlerle ilgilenen düşünürler tarafından iktisat bilimine özel bir önem atfedilmiştir. Ekonominin iplerinin kimin elinde bulunacağı, “mülk”ün kime ait olduğu, piyasanın mahiyeti ve esası, “değer”i belirleyen etkenin ne olduğu gibi sorulara tarih boyunca özgürlükçü-bireyci ve totaliteryen-kolektivist düşünürler tarafından farklı cevaplar verilmiştir. Ekonomiye hür teşebbüs perspektifiyle yaklaşan fikirler ışığında ilerleyen toplumlar muazzam bir gelişme göstererek bireylerin hayat standartlarını daha önce görülmemiş bir boyutta yükseltmeyi başarmışken; ekonomide siyasal otoritenin kontrolü, müdahalesi ve yönlendirmesini öngören fikirler özellikle 20. yüzyılda tarihin gördüğü en vahşi ve sefil yönetim biçimleri olarak tezahür etmiştir. Buna karşın, ilginçtir, akademik alanda hor görülen de, “vahşi” sıfatına layık görülen de, beşeri kötülüklerin yegane kaynağı olarak gösterilen de hep hür teşebbüs ve serbest piyasa olmuştur.
ABD merkezli çıkarak kısa sürede dünyaya yayılan krizin belirtilerini göstermesinden bu güne devlet fetişistleri, Marksistler, sağ ve sol kolektivistler saklandıkları yerlerden çıkarak kapitalizme olan saldırılarını, serbest piyasa ile ilgili dezenformasyon oluşmasına da hizmet ederek sürdürüyorlar. Küresel krizin sebeplerini yeterince incelemeden, Amerika’da devletin finans piyasalarına olan müdahalelerini, FED’in düşük faiz-gevşek para politikalarını gözardı ederek yapılan bu yorumlarda kapitalizme olan nefretin, piyasa düşmanlığının, devlet fetişizminin tekrar ve güçlü bir şekilde ayyuka çıktığını görüyoruz.
Peki kapitalizm gerçekten “vahşi” ve “barbar” bir sistem midir? Kapitalizm, işçinin emeğini sömüren, onu ürettiği ürüne yabancılaştıran, Lenin’in deyimiyle “son safhası emperyalizm” olan bir ekonomik model midir? Kapitalizm insanlara hiç mi iyi birşey kazandırmamıştır? Bu kadar düşman edinmeyi nasıl başarmıştır? Tüm bu soruların cevaplarını ve kapitalizme olan büyük nefretin nedenlerini Avusturya İktisat Okulu ekolünün önemli temsilcilerinden büyük iktisatçı Ludwig von Mises, yaklaşık 50 yıl önce yazmış olduğu “Anti-Kapitalist Zihniyet” isimli başucu eseriyle açıkça ortaya koyuyor ve kapitalizm düşmanlığının psikolojik saiklerini araştırıyor.
Kapitalist örgütlenmede “sıradan insan”ın önemi: Tüketicinin egemenliği
Açıktır ki, insanlardaki kapitalizm düşmanlığının öncül sebebi kapitalizmin sadece zenginlere hizmet ettiği, sıradan insanları sömürdüğü yönünde devletçi zihniyetlerin yaydığı dezenformasyondan kaynaklanmaktadır. Mises de bu tespitte bulunmuş olacak ki, işe kapitalizmin mahiyetini ve sıradan tüketicinin “belirleyici” olduğunu açıklayarak başlıyor: “Kapitalist bir topluma ait piyasadaki sıradan insan, egemen tüketicidir; öyle ki onun bir mal veya hizmeti satın alması veya bir mal veya hizmeti satın almaktan vazgeçmesi, nihai olarak neyin, ne kadar ve hangi kalitede üretilmesi gerektiğini belirler. Büyük ölçüde zengin vatandaşların zarif lüks mal talepleri için hizmet sunan dükkanlar ve fabrikalar, piyasa ekonomisinin iktisadi düzenlemesinde sadece tali bir rol oynar. Bunlar büyük işletme ölçeğine hiçbir zaman ulaşamaz. Büyük işletmeler, her zaman kitlelere hizmet sunarlar.” Mises bunu “kitlelerin yükselişi” olarak nitelendiriyor. İlkçağlardan beri prenslerin, feodal beylerin ve kralların hor gördüğü alt tabakadaki insanlar; kapitalist örgütlenme biçimi sayesinde o “şiş göbekli” kapitalistlerin lütfuna mazhar oldukları, her gün, her an tekrar eden plebisitte oy dilendikleri, “her zaman haklı” olan tüketiciler konumuna gelmişlerdir. Kapitalizmde sıradan insanlar, rekabet ve kâr sistemi vasıtasıyla kendilerine muhtemel en iyi/en ucuz malları üreterek tüketici tatminini sağlayabilen kapitalistleri zengin, sağlayamayan kapitalistleri fakir yapabilme gücüne sahip patronlardır.
Pre-kapitalist toplumlarda kişilerin doğuştan gelen sosyal statüleri, manevi üstünlükleri onların hayat standardını belirler nitelikteyken kapitalist toplumların ayırt edici özelliği yasa önünde eşitlik ilkesi yoluyla sınıfsal ayrımları ortadan kaldırması; dolayısıyla insanların entelektüel kabiliyet, irade gücü ve dikkatli çalışma yönünden eşitsizliğinin ortaya çıkmasıdır. Kapitalist örgütlenmede bir kişiyi zengin yapan şey doğuştan gelen statüsü veya manevi, kültürel üstünlüğü değil; aksine o insanın kitlelerin isteklerini, tatminini en iyi şekilde karşılamadaki başarısıdır. Kitlelerin tatminini daha kaliteli ve daha ucuz sağlayabilen başka müteşebbisler ortaya çıktığında, daha önce söz sahibi olan müteşebbis itibarını kaybedecektir. Mises’in “demokratik piyasa sistemi” olarak nitelendirdiği şey budur. Bu sistemde tüketiciler egemendir ve tüketiciler de tatmin edilmeyi beklerler. Dolayısıyla piyasa sisteminin entelektüel düzeyi düşük, ahlaksız, düzenbaz, dolandırıcı, vs. olan insanlara “adaletsiz” bir şekilde kendilerinden daha fazla zenginlik verdiğini düşünen bir kişinin yapması gereken şey, insanlara varolandan daha iyi ve daha ucuz hizmet sunarak onların tatminini elde etmektir. Kanun önünde eşitlik ilkesi herkese bu şansı tanımaktadır; eğer bir kişi devlet tarafından regüle edilmemiş bir piyasada başarılı olamıyorsa, bu başta kendi hatasıdır.
Herkes kendisi gibi başka insanların da aynı şartlarda başarılı olduğunu bilir, dahası bu gerçeği başkalarının bildiğinin de farkındadır. İnsan psikolojisi gereği daha önce aynı konumda olan fakat gerekli çalışmayı göstermeyip meslek hiyerarşisinde alt sıralarda kalan veya küçükken yaşıtlarıyla aynı sosyal statüde yer almasına rağmen hayatta başarısızlığa uğrayıp hayal kırıklığı yaşayan herhangi bir insan eski arkadaşlarıyla bir araya geldiğinde kendi statüsü ile onların statüsünü karşılaştırmaya ve kendisinden başarılı olanlara karşı aşağılık kompleksine bürünmeye meyyaldir. Böyle bir insan suçu kendi dışında birine yükleyerek kırılan onurunu tamir etmek için bir günah keçisi arayışına girer. Tam da burada “vahşi kapitalizm” devreye girer. İçerisinde bulunduğumuz alçak sosyal düzen ödülleri dürüst olmayan, vicdansız, dolandırıcı, sömürücü kimselere vermektedir. Bu vahşi düzen insanları erdemli fakat sefil bir hayatla onursuz ama zengin bir hayat arasında seçim yapmak zorunda bırakır. O, erdemli bir hayatı seçmiştir, ne mutlu ona ki fakir ama dürüsttür.
Yazının devamı aşağıdadır...
Kapitalizmin ayırt edici özelliği: Sermaye birikimi
Mises, liberalizmin en parlak dönemlerinde bile insanların iktisat bilimine ilişkin yeterli bilgi sahibi olmadığını, piyasanın işleyişini gerektiği gibi kavrayamadıklarını belirterek; insanların, iktisadi şartlardaki iyileşmeleri, tabii bilimler ile teknolojinin ilerlemesine atfetmelerinden dem vurarak Karl Marx’ın “üretici güçler” teorisini ironik bir üslupla anlatıyor: “Marx’ın şemasında ‘maddi üretken güçler’, iradeden ve insanların eylemlerinden bağımsız insanüstü bir varlıktır. (...) Bunlar gizemli bir şekilde değişirler ve sosyal teşkilatlanmalarını bu değişikliklere uyarlamaları için insanoğlunu zorlarlar; zira, maddi üretken güçler, bir şeyden sakınırlar: İnsanoğlunun sosyal teşkilatlanması tarafından zincire vurulmak.” Eskiden el değirmeni şeklinde müşahhaslaşan “maddi üretken güçler”, bu dönemde beşeri teşkilatlanmayı feodalizmin kalıplarına göre tanzim etmişler; daha sonra insanüstü bir kuvvetle değişen bu güçler, el değirmeninin yerine buhar değirmenini getirmiş, feodalizm yerini kapitalizme bırakmıştır. Marx’a göre maddi üretken güçlerin daha da gelişmesi sonucu kapitalizm de yerini sosyalizme bırakacaktır ve bu ilerlemeden kaçış mümkün değildir.
Mises, Marx ve takipçilerinin insanoğlunun hayat standartlarındaki gelişmeye yönelik bu ve benzeri hayali mülahazalarına karşı iktisadi gelişmenin esas faktörünün sermaye birikimi olduğuna şu sözlerle işaret ediyor: “Kapitalist ülkelerdeki modern sınai şartları, gelişmekte olan ülkelerin yanısıra kapitalizm öncesi çağların şartlarından ayıran şey, sermaye arzıdır. Eğer ihtiyaç duyulan sermaye tasarruf yoluyla daha önceden biriktirilmemişse, hiçbir teknik iyileşme hayata geçirilemez. Tasarruf –sermaye birikimi- ilkel mağara sakinlerinin acemi gıda aramasını adım adım sanayinin modern şekillerine dönüştürmüş olan vasıtadır.” Bu noktada Mises, piyasa ekonomisinin ayırt edici özelliğinin de –tasarruf eden, tasarrufları sermaye mallarına yatıran ve sermaye mallarının kullanımına tahsis edilecek yeni yöntemler için uğraşan- üç ilerici sınıfın çabalarının getirdiği gelişmenin, ilerici olmayan çoğunluğa tahsis etmesi olduğunu hatırlatır. Mises, kapitalist bir toplumda yaşayan bütün insanların bu üç ilerici sınıfa katılmakta serbest olduğunu da ekler: “Bir kapitalist, bir müteşebbis veya yeni teknolojik yöntemlerin bir mucidi olmak için ihtiyaç duyulan şey, akıl ve irade kudretidir.” Bazı insanları zengin yapan sürecin, pek çok insanın ihtiyacının tatminini geliştiren sürecin ta kendisi olduğunu belirten Mises, zengin ve yoksul arasındaki ilişkinin de esasında her zaman yoksula yaradığını açıkça ortaya koyar. Kapitalist örgütlenmelerde nüfustaki artışı aşan sermaye birikimi hem işgücünün verimliliğini artırmış, hem de ürünleri ucuzlatmıştır. Bu nedenle aslında piyasa süreci; sıradan insana, diğer insanların başarılarının keyfini çıkarma fırsatı sunar.
Hür teşebbüs-özgürlük ilişkisi ve Marksist hezeyanlar
Kapitalizm karşıtı çevreler piyasanın mahiyetini kavrayamamış, iktisadın o kendine has epistemolojik harikuladeliğini keşfedememişlerdir. Onlar iktisatta hukuk, tarih, fizik veya biyoloji gibi bilimlerin mantıki yapısına göre şekillenmiş bir disiplin ararlar. Serbest piyasanın ve özel girişimin insanlara, alternatifi olan sosyalizmle kıyaslanmayacak seviyede refah getirmekle birlikte özgürlük de getirdiğini anlamamakta ısrarcıdırlar. Mises, kapitalizmin basın özgürlüğü ile ilişkisini şu sözlerle açıklamaktadır: “Hür bir basın, sadece üretim vasıtalarının özel kontrolde olduğu yerde varolabilir. Bütün gazete, basın, yayım işlerinin hükümet tarafından sahiplenildiği ve işletildiği sosyalist bir siyasi toplumda, hür basın diye bir mesele olmaz. Hükümet tek başına, kimin yazmaya zamanı ve fırsatı olması gerektiğini ve neyin basılacağını ve yayımlanacağını belirler.” Bununla birlikte rekabetçi sistemde bir işçi herhangi bir işverenin insafına bel bağlamak zorunda değildir. İşveren işine son verdiğinde işçi bir başka iş bulabilir. Benzer biçimde bir tüketici de yapacağı alışverişi tek bir esnaftan yapmak durumunda kalmaz, tek bir malı almak zorunda kalmaz, tercih hakkı mevcuttur. Piyasa mekanizması her insana sonsuz imkanlar sunarak bireyleri özgür kılar. Buna karşın, üretim araçlarının kamusal bir otoritenin elinde olduğu totaliter rejimlerde iktidardaki hükümet insan hayatının hemen her yönünü kontrol altına alabilir. Mises’ın deyimiyle “ekonomiyi bütünüyle devlet güdümüne sokan totaliter sistemlerde bireye bırakılan tek özgürlük, o da önlenemediği için, intihar etmek özgürlüğüdür.”
Sosyalistler doğada kaynakların kıt, ihtiyaçların/isteklerin sınırsız olduğunu bilmezler. Onlara göre yoksulluk kötü sosyal kurumların neticesidir, bütün insanları zengin yapmak için ihtiyaç duyulan şey, dünyevi bir tanrı olan devlet yoluyla açgözlü kapitalist sömürücüleri ehlileştirmektir. İnsan eylemlerinden bağımsız olan “üretici güçlerin” değişmesi sonucu bir merkezi planlama çağının gelmesi kaçınılmazdır. Engels, “ne mutlu o yoksullara ki öbür dünya onlarındır, er ya da geç bu dünya da onların olacaktır” diyerek bu gerçeği(!) beyan etmiştir. Doğrusu şudur ki, iktisatçılar planlamacılığın toplumun büyük kesimine yarardan çok zarar getirdiğini reddedilemez şekilde ispatlamışlardır. Sosyalistler tavan fiyatlarının, kira kontrollerinin, asgari ücret uygulamalarının tam da refahını yükseltmeye çalıştığımız kitlelere büyük zararlar getirdiğini ampirik olarak da ispatlayan bu verileri çürütmek için çalışacaklarına; insanlara hoş gelen hayali sloganlar üretmeye çalışmaktadır. Mises, planlamacı zihniyetin çelişkilerini ve yanılgılarını üç temel hatayı düzelterek açıklar:
1) Çağımızdaki çatışma, dağıtım için elde mevcut olan toplam gelirden daha büyük pay almak isteyen iki sınıfın mücadelesi değil; üretim araçlarının özel mi, yoksa kamusal mı olması gerektiğine ilişkindir. Mesele sosyalizm ve kapitalizmden hangisinin insanların ortalama hayat standardını daha yüksek seviyeye çıkardığı sorunsalıdır. Sosyalistler, kapitalist toplumlarda zengin azınlığın yoksul çoğunluğu sömürdüğünü ve toplam gelirin büyük kısmına el koyduğunu; sosyalizmin ise yoksul çoğunluğa hizmet edeceğini söylemeyi alışkanlık edinmişlerdir. Oysa tersine, kapitalizm zengin-yoksul ayırt etmeksizin bütün insanların hayat standardını yükseltir.
2) Sosyalizm ve komünizm nihai amaçlar itibariyle birbirinin aynıdır, farklılık bu amaca ulaşmak için kullanılan araçlardan kaynaklanmaktadır. Bir sosyalist, komünizm karşıtı burjuvayı yok etmek için sinsi planlar yapmadığı için bir komüniste nazaran daha ılımlıdır, ancak nihai olarak aynı hedefe ulaşmayı arzulamaktadırlar. Bu nedenle sosyalizmi, komünizmin panzehiri olarak görmek büyük bir hatadır.
3) Kapitalizm ve sosyalizm birbirinin zıttıdır, ikisinin ortasında bulunan “karma ekonomi” diye bir şey yoktur. Orta yol çözüm arayanlar kendine has özellikleri olan ve “müdahalecilik” olarak adlandırılan bir üçüncü model önerirler. Nitekim iktisatçılar müdahaleciliğin istenilen amacı gerçekleştirmediğini, işleri daha da kötüleştirdiğini ortaya koymuşlardır.Kapitalizmin sonucu adaletsizlik ve mutsuzluk mudur?
Kapitalizme iktisadi şartlardaki iyileşmeler dışında da çeşitli itirazlar gelmektedir. Bir kısım eleştirmen bireylerin salt maddi zenginlikle mutlu olmadığını haklı olarak belirterek kapitalizmin manevi tatmini sağlayamadığından yakınırlar. Ancak bu eleştirinin bizatihi kapitalizme yüklenmesi en hafif tabirle insafsızlıktır. Zira insanlar mutluluğu elde etmek için çabalamazlar, aksine huzursuzlukların, mutsuzlukların giderilmesi için çabalarlar; sıkıntının giderilmesi insanları mutlu eder. Doktorun görevi hastayı mutlu etmek değil, onun rahatsızlığını gidermektir. Rahatsızlığı ortadan kalkan hasta, önceki durumuna nazaran mutludur. Mises burada can alıcı bir soru soruyor: “Kapitalizmin en kayda değer başarılarından birisi çocuk ölüm oranlarındaki düşüştür. Bu olgunun, en azından, pek çok insanın mutsuzluk sebeplerinden birisini ortadan kaldırmış olduğunu inkar etmek isteyen birisi var mı acaba?”
Aynı şekilde kapitalizmin zenginliği eşit bir şekilde dağıtmadığı, bu nedenle adaletsiz olduğunu iddia edenler de mevcuttur. Örneğin Dünya Kiliseler Konseyi 1948 yılında şunu deklare etmiştir: “Adalet, Asya ve Afrika sakinlerinin, mesela, daha fazla makine üretiminin faydalarına sahip olmasını gerektirir.” Mises’e göre bu insanlar hayalperesttirler, doğadaki her şeyi herkesin faydalanacağı kadar bol tahayyül ederler; oysa gerçek şudur ki tabiatın bedava hediyesi olarak zannedilen zenginlik, işbölümü yoluyla çalışan insanlar tarafından sağlanmıştır. Eğer zenginlik, insanların sermaye birikimi yoluyla yeni yatırımlar yapması ve yeni teknolojiler geliştirmesi sayesinde değil de; gökten herkese yetecek kadar gönderilseydi bu kimseler haklı olabilirlerdi. Gerçek böyle değildir, zira zenginlik, insanların tüketimlerini basiretli bir şekilde sınırlandırmasının, tasarruf oluşturmasının ve bu tasarrufları yeniden yatırıma sevketmesinin bir sonucudur. Dolayısıyla zenginliğin ulaşamadığı Asya ve Afrika toplumlarının laissez-faire kapitalizmini kabul etmekten başka çaresi yoktur. İhtiyaç duydukları şey, özel girişim ve yeni sermaye birikimidir. Bu insanların hayatlarını idame ettirdikleri kötü şartlardan dolayı kapitalizmi ve Batı’nın kapitalist ülkelerini suçlamak mantıki değildir.
Sonuç olarak Ludwig von Mises, “Anti Kapitalist Zihniyet” adlı eserinde kapitalizmin sosyal mahiyetini ortaya koymakla birlikte; sosyalistlerin, refah devletçilerin, sağ-sol kolektivistlerin serbest piyasa ve hür teşebbüse olan nefretlerinin sebeplerini ustalıkla açıklayarak iyi bir iktisatçı olmanın yanı sıra, çok iyi bir sosyolog olduğunu da gözler önüne seriyor.
Güçlü sözcüğünü yekpare olması sebebiyle kullandım. TSK tek bir doktrin etrafında kenetleniyor. Fakat şuanki görünümü ''sütlaç'' gibidir yani çok yumuşaktır. TSk'ya yapılan saldırılar, TSK'nın yeterince sertleşmesini sağlayacaktır...Şuanda TSK tarihinde olmadığı kadar güçlüdür. Çünkü içerisindeki Küreselciler tasfiye edildi.
bu hafta...bu rijit güçler arasında çözülme baslar...
çünki...
basbakanımız...
türkiye IMF nin kurucu ortagı lafını ilk kez kullandı....bu laf...IMF türkiye ilişkilerini stand by sız normal haline döneceginin dolaylı söylemidir....
yani...anlaşma yok...üye ülkelere yaptıkları rutin degerlendirmeler için ımf heyetleri gelip gidecek anlamınadırda....anlaşma yoksa bu rütin raporlama vardır....
tabiiiki....IMF tarafındaki olayları bu rijit gurup çok çok iyi biliyorlar...bilgi onlarda bizde yok....bu nedenlede HER IMF SÖYLEMİNDE DÖŞÜYORLAR....
az kaldı...bölünmelerine....
unutmuyalım ki...bu rijit gurup parcalanmadan bize zırnık vermezler....
bunu bende düşünüp duruyorum...uzun yorumumda da bu noktaya dikkat çektim zaten....bizim borsanın piyasa degeri 300 milyar dolara çıktı...biri çıksa yüzde 10 satış yapayım dese...bu 30 milyar dolar eder...IMF anlaşması olsa...hepsini buna verseler...sadece yüzde 10 bu....
kazım...
ben amerikadaki 5.7 büyüme rakkamının gecici duguna inanıyorum...nitekim sadece 1 saatlik bi yukarı yaptı ve ardından acımasızca döşediler....
UNUTMA...
büyüme ancak dünya halklarını satınalma gücü artarsa olur....yoksa açıklanan rakkamlar üçün biridir....
ya tüm dünyada...ücretlerİ ikiye katlarlar...maasları artırırlar yani...yada 25 yıl yatay bi dünya var...business cyle bunu söyler...bernankenin helikopterle döktügü paralar halklara gitmedi...o paralar...kapitalizmin yürütülebilmesi üçün...
...............caPital acumulasyonu..........
üçün...burjuvaya verildi....yoksa kapitalizm çökerdi....
bu acumule edilmiş YENİ CAPİTAL...62 trilyon dolar....yeni teknolojiler...yeni iş sahaları...yeni buluşlar için harcanırken...halklar....bu 25 yıl yatay bi büyüme içinde...bunun bedelini ödeyecektir....
KAPİTALİZM BÖYLE İŞLER....YOKSA ÇÖKER....
Sevgili Ludwig...
5,7...
iMP > eXP hala Amerikacana...
Yatırımlarına bakınca I' bungee yapıyor...
Dibe kadar inen yatırım doğal olan ilk bounce'unda yani...
Bundaki pay yerleşim yeri harici yapı hala sağlam negatif...
Ama ilk çeyrekteki büyük yarığın yarısı kadar...
Araç gereç son çeyrekte pozitife geçti...
Softwarelerde bu klasmanda...
Yerleşim yeri yatırımları ise 3cü çeyrekte tepe yaptı...
Bu çeyrek o düşüşte...
Karışık burda olaylar...
Veri güzel...
Ama veriden ve veriyi veren haberlerden daha önemlisi her zaman verinin içeriği...
Peki işsizlik...
Bu veriyi destekler nitelikte işe alımlar gerçekleşecek ki ürettiğini tüketecek talebi yaratabilecek mobu yaratabilesin...
Yaratabilecen mi...
1992 gibi mi yoksa 2001 sonrası gibi mi olacak...
Yoksa yeni bir tecrübe mi yaşayacaz...
5.7 bunları söylemez...
Söyleyemez...
İçeriği ise "Evet bunu kesinlikle söyleyemem" der...
Taraf olabilecek bir veri değil yani...
Ne Poz ne Neg...
Ve siyaset...
Siyaset ile menfat...
Çizgi burda...
Sen iç içe diyecen bunlara...
Ben ikincisi için tarih boyunca birincisini yarattılar diyecem...
Sen bana laf atacan sonra...
Sonra siyaset olacak işte olay...
Ha Ha HaHaHa...
Ama ne yapalım...
Senin tanım beni ilgilendirmiyor, benim tanım da büyük ihtimal seni ilgilendirmio...
Benim seni benim tanıma iman ettirme gibi niyetim yok...
Senin de benim tanıma iman etme niyetin yoktur eminim...
Olsa zaten China Daily'nin forumlarında yazışıyor olurduk...
Sen yine bildigin şekilde düşünürsün, ben de benim şekilde...
O sebep bir cümle sonra didim ki: Biz işlediği şekle bakalım...
Bakalım di mi...
Bakalım bakalım...
İndra mindra anamadım pek...
Şehit olayı da aynı şekilde...
Benim eksikliğim büyük ihtimal...
Ama neyse...
Cuma Amerikan Palası ne yaptı...
Suyu akıtmaya devam etti...
Alt ciziğe dokundurdu...
Bu cizgilerde ilginç şeler yapıo Pala...
Üstteki çizkte direk akıttı suyu...
Burda da akıtırsa...
Akıtmaz gibi...
Ama gelişmekte olanlarda da akıtacak suyu var bu Palanın...
Orayı tutarsa, bizdekiler şaha kalkarız diye bekler...
Buna kontra olmak yürek ister...
Bunun ordusunun yanında İrlandılar gibi olacağımıza karşısına Remzi gibi dikiliriz...
Sorarlarsa namımızı verirler...
Remzi derler...
Hele bi Masaaki 80e getirsin çilleri...
Ha Ha HaHaHa...
Şu an 2 kullanıcı var. (0 üye ve 2 konuk)
Yer imleri