Elliota göre
Sp destekler 1058, 1041, 1018.
%38 geri alım 1007.
Dirençler 1090, 1107, 1115, 1136.
1115 geçilmeden kısa vade olumluya girmez piyasa.
Jelibon.
Ben kesinlikle VOB için bir hiçbirşey yazmıyorum, analizlerim amerikan borsaları içindir. Kişisel görüştür.
flatim geldi..300 den full flat
Eğer ben Jelibonsam bu piyasanın karar yeri 1000-1020 arasıdır.
Sonrasına orda bakarız.
Dikkat bu sonuçtur. Tepki dalgası beni bağlamaz.
Jelibon.
Ben kesinlikle VOB için bir hiçbirşey yazmıyorum, analizlerim amerikan borsaları içindir. Kişisel görüştür.
kılıçdaroğlu dandikse, liderlik karizması yoksa, iyi bir ev erkeği olacaksa;
AKP neden rahatsız?
savunduğunuz şeye göre daha büyük iyilik mi var AKP için. en büyük destekçisinin siz olması gerekmez mi bu durumda?
asıl çelişki budur...
kurda "ensen neden kalın?" diye sormuşlar; "kendi işimi kendim görürüm de ondan!" demiş...
ama siz toplumun en azından %25'ini temsil eden bir partinin başkan adayını vizyonsuzlukla, genel sekreterini de vefasızlıkla itham ederseniz bu tartışma olmaz, polemik olur...
şimdi bu partiye gönül vermiş birileri çıksa sizin kalbinizi kırsa hoşunuza gitmez eminim...
düzeyli tartışmaya her zaman varım.. ama içi boş eleştirilerin de daima karşısındayım.. kim olursa olsun...
Birde pivot verelim kısa vade hızlı trader için,
1163 ve 10000.
Altı üstü kazandırır.
Jelibon.
Ben kesinlikle VOB için bir hiçbirşey yazmıyorum, analizlerim amerikan borsaları içindir. Kişisel görüştür.
Abdullah Gül ile Kılıçdaroğlu arasında ne fark vardır?
kaldı ki vizyonsuzlukla suçladığınız insan henüz koltuğa oturmamış, tek icraat bile yapmamış bir kişidir.... yani en masum değimle bu tür yaklaşımlar "önyargıdır".. mantıklı bir temele dayandırılamaz... tartışması yapılamaz.. ve sonucu olamaz...
neyse son sözüm budur, uzatmayacağım... size iyi polemikler dilerim abka kardeşim....
Akp, iki temel eksenden oluşur.
Biri, Abdullah Gül'ün lideri olduğu ''Fetullah Gülen eksenidir.''
Diğeri, Tayyip Erdoğan'ın lideri olduğu gruptur. Tayyip Erdoğan grubu diğerinden daha güçlüdür. Akp bir Global Sermaye projesidir, Global Sermaye tarfından iktidara getirilmiştir. Fakat 2007'de ki Aktütün Saldırısı sonrasında, Tayyip Erdoğan'ın lideri olduğu grup, Global Sermaye ile ilişkilerini asgariye indirirken, Abdullah Gül grubu Global Sermaye ile olan ilişkilerini daha da güçlendirmiştir.
2007'den sonra zaten önceden de var olan Abdullah Gül- Tayyip Erdoğan gerilimi ve çekişmesi daha da artmıştır.
Chp ise en basit delegesinden, MKYK üyelerine kadar Deniz Baykal tarafından dizayn edilmiş bir partidir. Kılıçdaraoğlu'da bu dizaynın bir parçasıdır. Daha bir hafta öncesine kadar Deniz Baykal Genel Başkan, Kılıçdaroğlu'da Grup Başkan vekili olarak çok iyi geçinip gidiyorlardı.
Deniz Baykal'ın istifa konuşmasında Fetullah Gülen'e teşekkür etmesi, ''kaset operasyonu'' konusunda Tayyip Erdoğan'ı suçladığını gösterir. Bu, Deniz Baykal'ın ve Chp'nin Globalci olduğunun en önemli göstergesidir.
Kamuoyunda; Kılıçdaroğlu'nun dürüst olması, alevi olması, mal varlığı, Deniz Baykal'ı arkadan hançerlediği gibi boş konular tartışılırken, Global Sermaye sönen bir yelkeninin yerine, yedek yelkenini şişirmeye çalışmakta ve başarılı da olmaktadır.
Abdullah Gül ile Kılıçdaroğlu arasında bulundukları yer açısından hiç bir fark yoktur. İkisi de Global Sermaye'nin birer elemanıdırlar. Sadece Kılıçdaroğlu, Abdullah Gül'ün laik versiyonudur. Bu fark da Global Sermaye'nin izin verdiği sınırlar içinde geçerlidir. Yani kimse, Türkiye'yi şeriata götüremeyeceği gibi kimse de Türkiye'yi şeriattan(olmayan bir şey) kurtaramaz.
PALA, insanların içine korku salarak, oradan oraya sürükler ve yönetir.
Not: Başka bir nick ile buna benzer bir yazıyı bir başka forumda da yazmıştım. Okuduğunuz için teşekkürler...
Küresel imparatorluğun çıkarlarına hizmet edenler birçok farklı rol oynayabilir. John Perkins’in ortaya koyuşuyla, ekipteki her kişi bir ünvana sahiptir. Mali analizci, sosyolog, ekonomist v.s. Ancak bu unvanların hiçbiri, kişinin kendi tarzınca bir ekonomik tetikçi olduğunu ortaya vurmaz. Bir Londra bankası, tüm personelini saygın üniversitelerden diplomaları olan insanlardan seçer. Kent’de ya da Wall Street’de görmeyi umacağı marka giysilerle kuşanmış insanların oluşturduğu bir offshore şube açar. Ancak bu kişilerin gündelik işi, zimmete geçirilmiş fonları gizlemek, uyuşturucu satışlarından gelen paraları aklamak ve çokuluslu şirketlere vergi kaçırmakta yardım etmektir. Bunlar ekonomik tetikçidir. Bir IMF ekibi, çok gereksinilen ( ve karşılığı, eğitim bütçelerinde kesinti yapmak, ekonomilerini Kuzey Amerikalı ve Avrupalı ihracatçıların tapon mallarının akışına açmak olan ) ilave borç paketleriyle silahlanmış halde bir Afrika başkentine gider. Bunlar da ekonomik tetikçidir. Bir danışmanlık firması, Bağdat’ın Birleşik Devletler ordusunun koruması altındaki “Yeşil Bölgesinde” iş yeri kurar, Irak petrol rezervlerinin yağmalanmasına zemin hazırlayacak yeni yasaların çıkartılmasını sağlar. Bunu yapanlar da ekonomik tetikçidir. Ekonomik tetikçi yöntemleri, yasal (hatta devlet ve yetkili kurumlara dayatılan) yöntemlerden, eksiksiz bir yasa katalogundaki başlıkların hepsini ihlal eden gri bölgelere uzanır. Bunlardan yararlananlar, hesap sorulamayacak, kınanamayacak kadar güçlü insanlar, birinci dünya çevreleri içine yuvalanmış elitlerle onların üçünü dünyadaki müşterileri, dünyayı istediği doğrultuda düzenleyerek çalışanlardır.
Denetim AğıÜçüncü Dünya ülkelerinin borçlarının yıllık ödemeleri 375 milyar dolar gerektirir ki, bu rakam aynı ülkelerin aldığı dış yardımın yirmi katıdır. Nüfusunun yarısı günde 2 dolardan az parayla geçinen Güney Küre’nin - varlıklı Kuzeyin desteğiyle ayakta kaldığı bu sisteme, ”Marshall Planı Tepmesi” denir. Başarısız olmuş bir sistem nasıl olur da varlığını koruyabilir? Anapara, az gelişmiş ülkelere borç ve başka finans şekilleri halinde akıyor ama (John Perkins’in vurguladığı gibi) bunun bir bedeli var; Borcun sağladığı boğucu hâkimiyet, Birinci Dünya hükümetlerine, kurumlarına ve ticari kuruluşlarına, Üçüncü Dünya ülkelerinin ekonomileri üstünde kontrol sağlıyor. Üçüncü Dünya ülkelerini alın ve kurtulmaları son derece güç, gitgide daha kapsamlı ve karmaşık bir hal alan, son derece yaygın mali, askeri ve siyasi bir denetime sahip olan bir ağa yerleştirin.
Küresel Kuzeyin Denetim Ağı:
G8 Ülkeleri – Çok Uluslu Şirketler – Dünya Bankası – IMF
Az Gelişmiş Ülkelere Akan Fonlar:
* Şişirilmiş projeler için verilmiş borçlar
* Yapısal düzenleme borçları
* Gelişim kredileri
* Silah yardımları
* İhracat kredilendirme kurumları aracılığıyla sağlanan fonlar
* Offshore operasyonları
Yardım, Kredi ve Yatırım Sağlama Koşulları:
* Kaynak geliştirme imtiyazları
* Paylaşım sözleşmelerinde tek yanlı yararlılık
* Yerel elitlerle ortaklık
* Kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi
* Gümrük tarifelerinin tek yanlı indirimi
* Gereksiz savunma ve güvenlik gücü oluşturulması
* Özel şirket projelerinin gerçekleştirilmesi için kamu yatırımı
* IMF bütçe denetimleri
Paranın Birinci Dünyaya Geri Akış Yolları:
* Kontratlar, borç ödemeleri ve şişirilmiş projelerden alınan bedeller
* Hileli ihaleler
* Anapara kaçışı
* Offshore hesaplarına yatırılan paraların komisyonları
* Manipüle edilen emtia piyasaları
* Zimmete geçirilip, offshore hesaplarına aktarılan paralar
* Silah satışı anlaşmaları
* Tahsisli hizmet ve tedarikçiler
* Vergi kaçırma, para aklama
* Para transferlerinde bedel kaçakları
Uygulama:
* Hileli seçimler
* Rüşvetler
* Askeriyeye ve güvenlik güçlerine sızmalar
* Yerel para biriminin ve faiz oranlarının manipüle edilmesi
* İşbirliğine yanaşmayan liderlerin öldürülmesi
* Yerel milislerin ve güvenlik güçlerinin kullanılması
* Askeri müdahale
YAPILAN BU İTİRAFLAR ÜZERİNE TÜRK MİLLETİ OLARAK GÖRMEMİZ GEREKEN GERÇEKLER
1917 yılında Bolşeviklerin isyanı ile tercihini “Sosyalist rejimden” yana kullanan Rusya, bu paylaşım savaşı sonrasında sınırlarını Orta Avrupa’ya kadar genişletmiş, hatta Almanya’nın iç kısımlarına kadar geldiği için, Berlin kenti bir duvarla ikiye bölünmüştü. Aslında bölünen yalnızca Almanya değildi; siyasi ve sosyal anlamda Avrupa bölünmüştü.Sermayenin önünde iki seçenek vardı. Ya anti-demokratik, emperyalist ve tümüyle sömürüye dayalı sistemine devam edecek ve muhtemelen bütün Avrupa’nın sosyalizme geçmesine seyirci kalacak ya da Avrupa’da tüm dünyanın imreneceği, göreceli de olsa demokratik, eşit ve paylaşımcı bir sosyal devlet anlayışını inşa edeceklerdi. İkinci yolu seçtikleri takdirde hasımlarına kapitalist sistemin adil, eşitlikçi ve demokratik olduğunu göstererek Sosyalist Blok halklarının aklını çelmekle kalmayacak, bir yandan da Avrupa halklarının gözünün sosyalist sistemde kalmamasını sağlamış olacaklardı. Üstelik bu “sosyal devletlerin” nimetlerinden yine en fazla yararlanacak olan kapitalist sistem olacaktı. Sanayiye yapılan altyapı yatırımları (ulaşım, enerji, bankacılık, iletişim vs.) muazzam harcamalar gerektiriyordu ve bu harcamaları halkın sırtından (vergilerle) devlete yaptırmak ve daha sonra özelleştirme adı altında el koymak çok daha karlı olacaktı. Bütün bunlar oluşturulurken, toplumun eğilimlerini de bu minvalde oluşturmaları gerekiyordu. Çok iyi de becerdiler.Yukarıda verdiğim denetim ağı maddelerini inceleyecek olursak, 1950’lerden beri her bir maddenin adım adım üzerimizde uygulandığını görürüz. O günden bugüne kadar olan süreçte, ülkemizde yapılan bu uygulamaları madde madde yazmaya kalkarsak, ciltler halinde kitap olur.
Kısaca özetlemek gerekirse:
Marshall Planını uygulamak, Avrupa’nın ortak mirasını koruyup geliştirmek ve üye olan ülkelerin yaşam standartlarını aynı düzlemde kurgulayabilmek için kurulan Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütüne ( OEEC, 1949 ), o mirasın sahiplerinden sayılarak, kuruluşundan hemen sonra çağırılan üç ülkeden biriydik. Teklifi kabul ederek, hiç ihtiyacımız olmadığı halde Marshall yardımını alarak üye olduk. O dönemde, coğrafi durumunuz müsait değil diyerek, Türkiye’yi NATO’ya almak istemeyenler, OEEC’ye ortak mirasçı vasfıyla bizi örgüte dahil ettiler. Daha sonra ne oldu da bu fikirden vazgeçtiler? Bunun cevabını John Perkins veriyor. Bizim ekonomik kaynaklarımızı ele geçirip, toprak bütünlüğümüzü yok edip, bizi devlet olarak ortadan kaldırıp, dünya üzerinde hâkimiyeti kurgulamak ve Ortadoğu’yu ele geçirmek için bizi Avrupa Birliği yerine Büyük Ortadoğu Projesine dahil ettiler. Büyük Ortadoğu projesinin öngördüğü, projeye dahil edilen devletlerin yokluk ve sefalet içinde tutulup tam zıttı olarak yöneticilerin ise zenginliğin zirvesinde olmaları anlayışını ve bunu sanki toplumların kaderiymiş gibi algılatılması ve bu algılamaların (paradigmaların) doğrultusunda gün be gün hedefe ulaşma çabalarının ne kadar başarıyla sürdürüldüğünü görüyoruz. Özellikle ülkemizde bu çabaların, Menderes döneminde başlatılmış olup, Özal, Demirel ve Erbakan hükümetleri tarafından desteklenerek, bugün tek başına iktidar olan AKP’nin alt yapısının hazırlanmasında ve bu oluşumun halk tarafından desteklenmesi için Fethullah Gülen cemaatinin bu hükümetler tarafından teşkilatlandırılıp önümüze konulmasının, yukarıda yapılan itiraflar sebebiyle gelişi güzel bir tesadüf olmadığını bize ispatlıyor. İlginç olan ise, bu zamana kadar gelen Başbakanlar arasında, R.T. Erdoğan’ın bu projeye eşbaşkan seçilmesidir. Bundan önceki Başbakanlara niye teklif edilmemişti? Ya da edilmişti de bizim mi haberimiz olmamıştı? Sebebi, yıllardır adım adım alt yapısı oluşturulan bu projenin son ayağına gelinmiş olmasıdır. Yakın bir gelecekte ortaya çıkacak yeniden paylaşım savaşında, bölgeyi Ruslara kaptırmamak için Türkiye’yi kendi kontrolünde tutup, bölgede hâkimiyeti sağlamak açısından, kendi sözünden çıkmayacak hükümeti destekleyerek, bölgede İsrail devletini güçlü kılmaktır.Marshall Planının kabulünden sonra 28 Mart 1949 tarihi bize neyi hatırlatıyor? İsrail Devletini fiili olarak tanıyan ilk Müslüman ülke olduğumuzu… Bu da şunu gösteriyor; artık o tarihten bugüne kadar olan oluşturulan iç ve dış politikalarımızın, ABD’yi ve Avrupa’yı güdümünde tutan Siyonistler tarafından oluşturulduğudur. Yıllarca, halkı Avrupa Birliğine üye olacağız vaatleriyle kandırarak oy toplayanlar, muhtemelen bu düşünceye kendilerini de inandırmış olacaklar ki, bu sebeple de 1950’lerden beri ülke çıkarlarına ters düşecek ne kadar talep olduysa, bu hayaller doğrultusunda hepsini yerine getirmişlerdir.Bu çalışmalar son hızıyla hala devam etmektedir. AKP, göreve geldikten sonra, özelleştirme adı altında devletin neredeyse bütün gelir kaynaklarını yabancılara devretti. Son numaraları ise mayın temizlemek bahanesiyle Güneydoğu sınırlarımıza el koyulması. Şu an gündemde olan Güneydoğu sınırlarımızın bu tetikçilere devredilmesi, o bölgenin federatif hale getirilmesi için gerekli olan finansal gücün sağlanmasıyla devletin bölge üzerindeki etkisi tamamı ile ortadan kaldırılıp, bölgeyi ele geçirmek için hazırlanan bir tuzaktır. Yapılan anlaşma gereği sınırları 50 yıllığına kiralayıp, organik tarım için yatırım yapılacağı safsatası ile denetim ağını o bölgede güçlendirmeye çalışıyorlar. Daha önce de tarım yapılacağı bahanesiyle o bölgedeki topraklar Araplara satılmıştı. En önemli petrol bölgemizi elden çıkaracak her türlü anlaşmayı, ülke menfaatinedir diye, iktidar olma güvencesiyle gözümüze sokarak yapıyorlar. Elde ettikleri siyasal güç nedeniyle, önümüzdeki iki yıl içinde hedeflerine ulaşabilmeleri için, hızlandırılmış bir şekilde Abdullah Gül ile Colin Powell arasında gerçekleşen gizli anlaşmanın maddelerini uygulamaya sokup, anayasal değişiklikler de yapıldıktan sonra Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yapısını koruyacak hiçbir şey kalmayacaktır.Bugün, ABD ve Avrupa tarafından üzerimizde oluşturulan bu denetim ağını ortadan kaldırılması için, ülkeyi “emperyalizme” hizmet eden insanlardan arındırıp, köklü reformlarla devletin yapısını ve işleyişini yeniden kurgulamak gerekmektedir. Ancak şu anda bu hiç mümkün görünmemektedir. Bunun için de millet olarak bir an önce uyanıp, ülkenin işgal güçlerinin elinden kurtarılması bilicine varılmalı ve bu gidişata bir dur denilmelidir.Diyeceksiniz ki, bütün bunları anlamamız için bu itiraflara ihtiyacımız mı var? Tabii ki yok. Ancak morfin verilmiş gibi uyutulan bu insanlara gerçekleri anlatabilmek, olan biteni çok iyi anlayan insanların söylediklerinin, birer komplo teorisinden ibaret olmadığını ispat edilmesi açısından, kamuoyunun bilgilendirilmesi ve yönlendirilmesi bakımından son derece önemlidir.
kuyunun içindeki kurbağa için gökyüzü; o kuyunun çevresi kadardir.....
Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)
Yer imleri